Kadastro öncesi muris muvazaası halinde mirasçıların, muris tarafından devredilen taşınmazları, murisin ölüm tarihine göre belirli koşullar çerçevesinde geri almaları mümkündür. Bilindiği üzere mirastan mal kaçırmak amacıyla yapılan tapu devirlerini ifade eden muris muvazaası davası, herhangi bir zamanaşımına tabi olmaksızın hakkı zedelenen mirasçılar tarafından her zaman açılabilir.
Buna karşın 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. Maddesi gereğince tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamayacaktır.
O halde kadastro öncesi neden olan muvazaalı satış suretiyle yapılan devirler, belirtilen maddede yer alan süre ile sınırlı olarak mı ileri sürülebilecektir?
- Burada zamansal olarak Yargıtay içtihatlarını ikiye ayırmak mümkündür. 2011 öncesinde Yargıtay, kadastro öncesi muris muvazaası halinde, yapılan devrin taşınır niteliğinde olması sebebiyle hiçbir halde kadastro öncesi muris muvazaasının ileri sürülmesini mümkün görmemekteydi.
Kadastro öncesi yapılan taşınmaz devirleri, taşınmazların tapuya kayıtlı olmaması nedeniyle taşınır hükmünde olacağından dolayı belirtilen taşınmazlar için muris muvazaası nedeniyle tapu iptal tescil davası açılamayacaktır.
Diğer bir ifade ile kadastro öncesi muris muvazaası zaten mümkün değildir. Bu sebeple kadastro öncesi muris muvazaası ileri sürülerek açılan davalar her halde reddedilecektir.
Dolayısıyla muris muvazaası nedeniyle tapu iptal tescil davaları ancak kadastro tespiti sonrası yapılan devirler nedeniyle açılabilecektir.
Ancak süresinde açılması şartıyla kadastro öncesi arazi devirlerinde ancak saklı payın ihlal edildiği ileri sürülerek tapu iptal tescil istenebilecektir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/611 E., 2010/13344 K. ve 24.01.2011 tarihli kararında;
“Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; çekişme konusu 176 ada 62 ve 154 ada 2 parsel sayılı taşınmazların kadastro tespitleri sırasında senetsizden davalı adına tespit ve tescil edildikleri anlaşılmaktadır. Tapusuz taşınmazlar menkul niteliğinde olup, satış ve bağışlanmasına ilişkin sözleşmeler herhangi bir şekle tabi bulunmamaktadır. Tapusuz taşınmazlar üzerindeki zilliyetlik hakkının devredilmesi şekle tabi olmadığından, gizlenen bağış akdi de geçerlidir ve bu tür olaylarda 01.04.1974 tarih ve ½ sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yeri yoktur. Bu durumda, davacının iptal-tescil isteğinin reddedilmesi doğrudur. Davacının, bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine.
Ne varki, davada iptal tescil isteği yanında tenkis talebi de mevcuttur…”
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/10748 E., 2011/2170 K. ve 25.02.2011 tarihli kararında;
“Çekişme konusu diğer taşınmazlara gelince; çekişme konusu 290, 387, 590, 711, 835 ve 836 sayılı taşınmazların tapulu ve muris adına kayıtlı iken 1986 yılında yapılan kadastro tespitleri sırasında murisin kadastro teknisyeni huzurunda verdiği muvafakat ile davalı oğullarına bağışladığı ve onlar adına tespit görüp, tescil edildiği dosya kapsamıyla sabittir.
Öyle ise, bağış yoluyla yapılan bu temliklerde 01.04.1974 tarih ½ sayılı İ.B.K.’nın uygulama yeri yoktur. Bu tür temliklerin ancak, süresi içerisinde açılacak tenkis davasına konu edileceği açıktır.”
- 2011 yılından sonra Yargıtay, içtihat değişikliğine giderek, kadastro öncesi muris muvazaası halinde, iki ayrı ihtimalde muris muvazaasının ileri sürülebileceğini belirtmiştir. Burada ihtimaller murisin, kadastro tespitinden önce ve sonra ölmesi ihtimaline göre ikiye ayrılmaktadır. Ancak her halde yapılacak devrin, kadastro memuruna beyan yoluyla yapılmamış olması gereklidir.
Murisin Kadastro Tespitinden Sonra Ölmesi Halinde Muris Muvazaası
Eğer Muris kadastro tespitinden sonra ölmüş ise mirasçıların, muris muvazaası sebebiyle tapu iptal tescil davasını, herhangi bir süreye tabi olmaksızın istedikleri zaman açabilecektirler.
Burada Yargıtay, murisin, kadastro tespiti sonrasında ölmesi nedeniyle mirasçılar tarafından ileri sürülecek sebeplerin de kadastro sonrası sebepler kapsamında kalacağını belirterek böyle bir içtihat vermiştir.
Nitekim Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2011/30 E., 2011/1234 K. ve 10.02.2011 tarihli kararında;
“Davacı, miras bırakan H…’in mal kaçırmak amacıyla 7 parça taşınmazı kadastro işlemi sırasında haricen satılmış gösterilmek suretiyle davalı adına tescilini sağladığını, davalının satış tarihinde yaşı küçük olup, tasarrufa ehil olmadığını ileri sürerek, muvazaa nedeniyle tapu kayıtlarının iptali ile muris adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, iddiaların doğru olmadığını, miras bırakan ile arasında satış sözleşmesi bulunmadığını, yerleri kadastro ile edindiğini belirtip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kadastro tespitine itiraz niteliğinde olduğu, çekişme konusu taşınmazların kadastro tespitlerinin 1985 yılında kesinleşmiş olup, 10 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra davanın açıldığı, 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının somut olayda uygulama yeri bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
…….
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; çekişme konusu 7 parça taşınmazın tapulu iken 1980 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında miras bırakan H..’in diğer mirasçılar ile birlikte taşınmazlardaki paylarını adiyen ve haricen sattığından bahisle davalı Adnan ve dava dışı kişiler adına paylı mülkiyet üzere tespitinin yapıldığı, kadastro tespitinin 1044, 1183, 2759, 4031, 290 parseller bakımından en son 11.05.1984 tarihinde kesinleştiği, dava konusu diğer 2162 parselin kadastro tespitinin 05.08.1986 tarihinde kesinleştiği ve 3558 parsel sayılı taşınmazın da hükmen 26.03.1996 tarihinde tapuya tescilinin yapıldığı, miras bırakanın ise tespitten sonra 20.12.1985 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, muris muvazaası iddiasına dayalı davaların, terekeye karşı yapılan haksız fiil niteliğini taşıdığından herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi olmaksızın her zaman açılabileceği tartışmasızdır. Başka bir anlatımla muvazaalı işlem hiçbir hüküm doğurmaz ve muvazaa nedeninin ortadan kalkması ya da bir zamanın geçmesi ile görünürdeki batıl işlem geçerli hale gelmez. 01.04.1974 gün 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında da vurgulandığı gibi davacı miras bırakanın ardılı olarak değil, miras hakkının çiğnenmesinden ötürü zarara uğrayan kişi olarak ve kendi miras hakkına dayanarak dava açmaktadır. Dava hakkı da miras bırakanın ölümü ile doğmaktadır. Ne varki; muris muvazaasının herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın her zaman açılabileceği kuralının istisnası miras bırakanın kadastro tespitinden önce ölmesi halidir. Zira, Türk Medeni Kanununun 599.maddesi hükmü uyarınca ölüm ile mirasçılar tereke üzerinde hak sahibi olurlar. Ölümün kadastro tespitinden önce gerçekleşmesi halinde mirasçılar tarafından açılacak davanın kadastro tespitinin kesinleşmesi tarihinden itibaren 3402 Sayılı Yasanın 12/3.maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre içinde açılması zorunludur. Aksi halde, davanın hak düşürücü süre geçtiğinden reddi gerekir.”
Yönündeki kararından da yerel mahkeme, 2011 öncesi içtihada uygun olarak davayı reddetmiştir. Ancak Yargıtay, içtihat değişikliğini, miras bırakanın kadastro sonrası vefat etmesi halinde mirasçılar, kadastro sonrasında ortaya çıkmış miras hakkına dayalı bir sebep ile muris muvazaasını ileri sürmeleri sebebiyle 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi olmaksızın istedikleri zaman kadastro öncesi devir nedeniyle muris muvazaası nedeniyle tapu iptal tescil davası açabileceklerdir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2012/581 E., 2012/2895 K. ve 15.03.2012 tarihli kararında;
“Davacılar, miras bırakan anneleri F.. Y..’ın .. parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 payını kadastro öncesi davalı oğluna muvazaalı temlik ettiğini, bu taşınmazın ifrazı sonucu oluşan .. parselin tamamının davalı adına tescil edildiğini, başka taşınmazlarla ilgili açılan davalar nedeniyle bu taşınmazın davalı tarafından üçüncü kişiye satıldığını ileri sürerek, satıştan elde edilen gelirin miras paylarına düşen bölümünün tazmini isteğinde bulunmuşlardır.
——-
Bilindiği üzere, Kadastro Kanunu12/3 maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre, kadastro öncesi nedenlerle ilgili olup, kadastro tespitinden sonraki nedenlere dayalı olarak açılan davalarda uygulama yeri bulunmamaktadır. Diğer taraftan, muris muvazaa hukuksal nedenine dayalı davalarda da, mirasçıların dava açma haklarının miras bırakanın ölümü tarihi itibariyle doğacağı da kuşkusuzdur.
Somut olaya gelince, davacılar, dava dışı kişiye satılan .. parsel sayılı taşınmazın geldisinin miras bırakanları Fehime’ye ait iken mirasçıdan mal kaçırmak amacı ile davalı oğluna muvazaalı olarak temlik edildiğinden bahisle tazminat isteğinde bulundukları, tazminata konu taşınmazın geldisinin kadastro tespitinin 30.11.1982 tarihinde kesinleştiği, miras bırakanın ise 14.07.2008 tarihinde öldüğü görülmüştür. Bu durumda miras bırakanın kadastro tespitinden sonra öldüğü, davacıların dava açma haklarının da kadastro tespitinden sonra doğduğu gözetilerek davacıların kadastro öncesi bir nedene dayanmadıkları bu sebeple de olayda Kadastro Kanunun 12/3 maddesinin uygulama yerinin olmadığı anlaşılmaktadır.”
Yönündeki karar ile bir önceki kararına paralel karar vermiştir.
Murisin Kadastro Tespitinden Önce Ölmesi Halinde Muris Muvazaası
Eğer Muris kadastro tespitinden önce ölmüş ise mirasçıların, muris muvazaası kadastro tespitinin kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde ileri sürmesi zorunludur.
Burada Yargıtay, murisin, kadastro öncesinde ölmesi nedeniyle mirasçılar tarafından ileri sürülecek sebeplerin de kadastro öncesi sebepler kapsamında kalacağını belirterek böyle bir içtihat vermiştir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2012/5704 E., 2012/10135 K. 26.09.2012 tarihli kararında
“Davacılar, miras bırakanın maliki olduğu 5 parça taşınmazını satış suretiyle davalı oğluna temlik ettiğini, yapılan işlemlerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, diğer 10 parça taşınmaz yönünden tapuda intikal işlemlerinin yapılması için davalıya muvafakatname verdiklerini, ancak davalının kendi üzerine tescilini yaptırdığını, bu şekilde kandırıldıklarını ileri sürerek, miras payı oranında tapu iptal ve mirasçılar adına tescile karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı, davanın 3402 sayılı Yasanın 12. maddesi uyarınca 10 yıllık hak düşürücü süre ve BK.’nun 31. maddesi uyarınca 1 yıllık süre içinde açılmadığını, iddiaların yerinde olmadığını belirtip davanın reddini savunmuştur.
Davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen mahkeme kararı Dairece; “miras bırakanın kadastro tespitinden önce öldüğü dikkate alınarak 10 yıllık hak düşürücü süre yönünden davanın reddedilmesi” gereğine değinilerek bozulmuş; mahkemece, bozma ilamına uyulmak suretiyle davanın hak düşürücü süreden reddine karar verilmiştir.
Karar, bir kısım davacılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi …’in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verilmiştir. Bir kısım davacıların temyiz itirazı yerinde değildir. Reddi ile usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA, 26.09.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Yönündeki karar ile kadastro öncesi muris muvazaası halinde muris, kadastro tespitinden önce vefat etmişse bu durumda 10 yıllık zamanaşımı içerisinde davanın açılması zorunludur.
Kadastro Sırasında Memura Verilen Beyan İle Arazinin Devri
Miras bırakan, kadastro tespitinden sonra vefat etse bile eğer tespiti yapılan arazisini, kadastro memuruna verdiği satış veya bağışlama beyanı ile mirasçılardan birinin yada üçüncü kişinin üzerine yazdırmışsa artık söz konusu taşınmaz için muris muvazaasının ileri sürülmesi mümkün değildir.
Bu durumda Yargıtay, fiili olarak devir sözleşmesi olmadığını ve miras bırakanın tek taraflı irade beyanı ile taşınmazın devredildiğini belirterek, belirtilen usulle geçen taşınmazlara karşı muris muvazaası nedeniyle tapu iptal tescil davası açılamayacağını içtihat etmiyştir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2016/1993 E., 2018/15445 K. ve 12.12.2018 tarihli kararında;
“Davacılar, mirasbırakan anneleri …’ın 495 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 payını kadastro öncesi davalı oğluna muvazaalı temlik ettiğini, bu taşınmazın ifrazı sonucu oluşan 1639 parselin tamamının davalı adına tescil edildiğini, başka taşınmazlarla ilgili açılan davalar nedeniyle bu taşınmazın davalı tarafından üçüncü kişiye devredildiğini ileri sürerek, satıştan elde edilen gelirin miras paylarına düşen bölümünün tazminine karar verilmesini istemişlerdir.
……
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 10.06.2015 tarih 2014/1-52 Esas, 2015/1524Karar ilamında da belirtildiği üzere, tapulu taşınmaz mallarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması Medeni Kanu’nun 706, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 237 (BK 213) ve Tapu Kanunu’nun 26.maddesi hükümleri gereğidir.
Ancak, gerek 766 sayılı Tapulama Yasası’nın 32/B maddesinde gerekse 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13/B maddesinde bu kanunların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle Medeni Kanunun 706. ve Türk Borçlar Kanunun 237. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikte hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir.
Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazları sattığı beyanı ile zilyedi adına tespit ve tesciline muvafakatini bildirmesi mülkiyetin zilyet adına geçirilip onun üzerine tapulama tespiti yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir.
Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adı; tespite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.
Yine ifade edilmelidir ki, tescil isteği niteliğinde bulunan malikin, kadastro sırasında, kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazının başka bir şahıs adına tesciline muvafakat beyanı ile mülkiyet lehine tesciline muvafakat bildirilen kişiye hemen geçmez. Bu yerde mülkiyetin geçirilmesi ancak tespit tutanağının kesinleşmesi ile mümkün olabilir.
Kural olarak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile aydınlatıcı ve sonuçları ile bağlayıcıdır. Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda, iradesini satış doğrultusunda açıklaması icap eder.
Oysa somut olayda, dava konusu taşınmazların mülkiyetinin davalıya devrini sağlayacak bir sözleşme mevcut olmayıp tescil isteği niteliğinde bulunan ve tapulama teknisyeni huzurunda yapılan tek taraflı bir tescile muvafakat beyanı mevcuttur. Yorum yolu ile de yukarıda açıklanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama alanı genişletilemez.
Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazların davalı adına tapu kayıtlarının oluşmasının dayanağının mirasbırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında bu yerlerin davalı adına tespitine muvafakatini içeren tek taraflı beyanı olup, taşınmazların davalıya devrini sağlayan bir sözleşme ilişkisi bulunmadığından muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının eldeki davada uygulanamayacağı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.”
Yönündeki kararı ile kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazı sattığını beyan ederek, tescil beyanı ile taşınmazın başkası üzerine kaydedilmesi halinde satış sözleşmesi olmadığını ve mülkiyet hemen geçmeyeceğini ancak tespit tutanağının kesinleşmesi ile mülkiyetin geçeceğini bu sebeple bu gibi devirlerde muris muvazaasının ileri sürülmesinin mümkün olmadığını içtihat etmiştir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2020/1374 E., 2020/5334 K. ve 22.10.2020 tarihli kararında;
“Davacılar, mirasbırakan anneleri ….’ın 495 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 payını kadastro öncesi davalı oğluna muvazaalı temlik ettiğini, bu taşınmazın ifrazı sonucu oluşan 1639 parselin tamamının davalı adına tescil edildiğini, başka taşınmazlarla ilgili açılan davalar nedeniyle bu taşınmazın davalı tarafından üçüncü kişiye devredildiğini ileri sürerek, satıştan elde edilen gelirin miras paylarına düşen bölümünün tazminine karar verilmesini istemişlerdir.
….
Dairece “…Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazların davalı adına tapu kayıtlarının oluşmasının dayanağının mirasbırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında bu yerlerin davalı adına tespitine muvafakatini içeren tek taraflı beyanı olup, taşınmazların davalıya devrini sağlayan bir sözleşme ilişkisi bulunmadığından muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının eldeki davada uygulanamayacağı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir…” gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekilince süresinde temyiz edilmiş olmakla Tetkik Hâkimi …’nün raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
-KARAR-
Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verilmiştir. Davacıların yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA,”
Yönündeki karar ile kadastro sırasındaki teknisyen vasıtasıyla yapılan devirlerin tek taraflı irade beyanı olması sebebiyle bu durumda muris muvazaasını uygulanmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Ancak dava açan kişinin aynı zamanda saklı payı ihlal edilmişse bu durumda kadastro sırasında devir olsa bile kadastro öncesi sebeplere dayanarak saklı pay (tenkis) ihlali davası açabilecektir.
Daha fazla bilgi almak için Trabzon taşınmaz – arazi avukatı olarak tarafımıza danışabilirsiniz.
Arb. Av. Seyyid Hasan ÖZTÜRK