Satılan aracın kaskosu yeni araca geçmez. Ancak aşağıda detaylıca değinileceği üzere yapılan satış işlemlerine göre kasko iptal olmayacak satılan araçta mevcut kalacaktır.
Mal sigortalarını düzenleyen eski TTK 1303’üncü maddesinde, “Mukavele müddeti içinde sigorta edilen malın sahibi her hangi bir surette değişmişse, mukavelede aksine hüküm olmadıkça sigortadan doğan hak ve borçlar o malın rizikosu kendisine ait olduğu tarihten itibaren yeni sahibine intikal eder.” hükmüne yer verilerek malın sahibinin değişmesi durumunda, yeni malikin sigorta sözleşmesinin tarafı haline geleceği belirtilmişti. Ancak belirtilen madde kapsamında değişikliğe gidilerek, 6102 sayılı TTK 1470’inci maddesinde, sigorta edilen menfaatin sahibinin değişmesi durumunda, aksi öngörülmemişse, sigorta ilişkinin sona ereceği düzenlenmiştir. Yapılan bu önemli değişikliğin ardından menfaatin, sahibi tarafından başka bir kişiye devredilmesi durumunda artık sigorta sözleşmesi menfaat sahibini takip etmeyecek, sigortacı ile sigortalı arasındaki sözleşme sona erecektir. Benzer hükme KAKSGŞ C.5 maddesinde yer verilerek, sözleşme süresi içerisinde menfaat sahibinin ilgili mevzuata uygun olarak değişmesi halinde sigorta sözleşmesi menfaat sahibinin değiştiği anda kendiliğinden feshedilmiş olacağı ve feshin hüküm ifade ettiği tarihe kadar geçen sürenin primi gün esasına göre hesap edilip, fazlası sigorta ettirene geri ödeneceği, ancak sözleşmede aksinin düzenlenebileceği belirtilmiştir. Örneğin, kasko sigortası yaptırmış olan araç sahibinin aracını resmi sözleşme ile noterden satması durumunda, kasko sigorta sözleşmesi kendiliğinden sona erecek, yeni malik meydana gelen kaza nedeniyle uğradığı zararı, önceki maliğin taraf olduğu sigorta sözleşmesine dayanarak sigortacıdan talep edemeyecektir.[1]
Menfaatin değişmesi için kişiler arasında hukuken geçerli bir işlemin yapılması gerekmektedir. Aksi halde menfaatinde değiştiğinden söz edilemeyecektir. Yine araç satışının da, 2918 sayılı KTK değişik 20/d madde hükmü uyarınca, noterlerce yapılması gereklidir. Aksi halde devir işlemi geçerli olmayacaktır. Noterler tarafından yapılan işlem mülkiyetin devri için yeterli olup, işlemin tamamlanması için trafik siciline alıcı adına tescil işlemi yapılması mutlak koşul değildir. Tescil işlemi, idari bir tasarruf olup, yaptırılmaması ayrı bir yaptırıma tabidir ve mülkiyetin devri için kurucu bir nitelik taşımaz.[2] Araç satışının noter kanalıyla yapılmadığı bu gibi durumlarda geçerli bir satış söz konusu olmayacağı için menfaatin de yeni maliğe geçeceğinden söz edilemeyecektir. Dolayısıyla satıcı durumunda olan sigortalının menfaati devam edeceğinden dolayı sigortacının kasko sigortasından doğan sorumlulukları sona ermeyecektir.
Karar
Haricen Yapılan Satışlarda Satılan Aracın Kaskosu Devam Eder.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2003/11-68 E., 2003/136 K., 05.03.2003 T. Kararında; “Araç maliki yasanın aradığı biçimde değişmediğine, aracı haricen satın alanın ayrı bir sigorta akdine taraf olması olanaklı bulunmadığına göre ortada menfaat sahibi değişikliğinin bulunduğundan da söz edilemez. Şu durumda sigorta sözleşmesinin münfesih olduğunu kabule de olanak yoktur. Kısacası; bu kurallar açık ve ortada iken haricen satın almaya hukuki değer verilerek menfaat sahibinin değiştiğinin ve sigorta akdinin sona erdiğinin kabulü olanaklı değildir.”[3]
[2] Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2003/11298 E., 2003/10966 K. 17.11.2003 T., Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2007/1188 E., 2007/1606 K. 10.5.2007 T., Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2004/814 E., 2004/9914 K. 18.10.2004 T
[3] Aynı yönde karar için bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2004/11-32 E., 2004/55 K., 11.2.2004 T.
Trafik kazasında sorumluluktan kurtulma yollarının tespiti için öncelikle aracın işletilme halinde olup olmadığının tespiti gereklidir. İşletilme halindeki araç konulu yazımızı inceleyebilirsiniz.
İşletilme halinde olmayan araçların yol açtığı kazalardan doğan zararlar KTK m. 85/3 maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre ispat yükü üzerinde olan zarar gören, kazanın, işleten veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kusurundan kaynaklandığını ya da motorlu araçtaki bozukluktan meydana geldiğini ispat etmekle yükümlü olacaktır. Aksi halde zararını talep etmesi mümkün değildir.
Aracın işletilme halinde olduğu durumlarda meydana gelen kazalardan doğan zararlar 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu m.86 ıncı maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre işleten veya işletmenin bağlı bulunduğu teşebbüs sahibinin sorumluluktan kurtulabilmesi için “Kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın, kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulur.” İşleten, işletilme halinde olmayan araçların verdiği zararlara veya yardım faaliyetlerinden doğan zararlara ilişkin sorumluluğunu, Kanunun bu hükmüne dayanarak bertaraf edemez.[1]
Madde metninden anlaşılacağı üzere işletenin ve bağlı bulunduğu teşebbüsün sahibi öncelikle, araçlarının neden olduğu kazalardan doğan sorumluluklarından kurtulabilmeleri için, kazanın meydana gelmesinde kendisine veya eylemlerinden sorumlu bulunduğu kimselere yüklenebilecek bir kusur bulunmamalı ve araçtaki bozukluk, kazanın oluşumunda rol oynanamamalıdır. Sayılan kusur ve bozukluğun yokluğu kanunda ön koşul olarak belirtilmiştir. Bu koşulların varlığı halinde işleten ve bağlı bulunduğu teşebbüs sahibinin hiçbir halde sorumluluktan kurtulabilmesi mümkün değildir. Söz konusu önkoşulların sağlanması durumunda işleten ve bağlı bulunduğu teşebbüs sahibi, illiyet bağının, mücbir sebep, üçüncü kişi veya zarar görenin ağır kusuru ile kesildiğini de kanıtlamak zorundadır.[2]
Yukarıda sayılan önkoşulları ispat yükümlülüğü, KTK m. 85/3’ün aksine işleten ve bağlı bulunduğu teşebbüse verilmiştir. Kanunda, işletenin kusuru ile araçtaki bozukluk, trafik kazasında sorumluluktan kurtulma karinesi olarak kabul edildiğinden; işleten, kendisinin ve eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kusursuzluğunu ve kazanın araçtaki bozukluktan kaynaklanmadığını ispatlamakla yükümlüdür.[3]
İşleten ve teşebbüs sahibi, kendisinin ve eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kusursuzluğunu ispatlayabilmesi için trafik kurallarına uyduğunu ispatlaması gerekmektedir.[4] KTK’da sayılan; hatalı sollama yapılması, geçiş kurallarına uyulmaması, takip mesafesine uyulmaması, hızını yolun gereklerine uydurmama vb. diğer ihlallerin yapılmadığının ispatlanması gerekecektir. Tabi ki, işletenin, kanunda sayılan bütün ihlalleri değil, sadece kaza ile bağlantısı olan ihlalleri yapmadığını ispatlaması koşul için yeterli olacaktır.[5]
Ayrıca ön koşullarından bir diğeri olan, kazanın, araçtaki bozukluktan ileri gelmediğinin de ispatlanması gerekecektir. Bu kapsamda işleten ve teşebbüs sahibi, araçtaki bozukluk olarak kabul edilen; direksiyonun veya frenin kilitlenmesi, lastiğin patlaması ya da fırlaması, rot çıkması, far yahut sileceklerin çalışmaması türünden; imalat hatası, aracın düzenli bakım ve onarımının yapılmaması veya özen gösterilmeden yapılması, yıpranma, kötü kullanım gibi nedenlerden kaynaklanan bozuklukların kazaya sebebiyet vermediğini kanıtlamalıdır.[6] Ancak işleten, araçta hiçbir bozukluğun olmadığını değil, sadece kazaya etken olduğu ileri sürülen bozukluktan kazanın meydana gelmediğini ispatlaması yeterli olacaktır. Kısacası işleten, bozukluk ile kaza arasındaki illiyet bağı yokluğunun ispatı ile trafik kazasında sorumluluktan kurtulma karinesi getirme imkanına sahip olacaktır.
Trafik kazasında sorumluluktan kurtulma karineleri KTK m. 86’da tahdidi olarak sayılmıştır. Bu sebeple işleten ve bağlı bulunduğu teşebbüs ancak mücbir sebep, zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurunu ispatlayarak illiyet bağının kesildiğini ispatlaması gerekecektir.
Motorlu aracın işletme tehlikesi dışında gerçekleşen, öngörülmesi ve kaçınılması imkân dâhilinde olmayan olağanüstü olaylara “mücbir sebep” adı verilir.[7] Bir olayın mücbir sebep olarak nitelendirilebilmesi için o olayın önceden sezilemez, karşı konulamaz olması ve harici bir etkenden ileri gelmiş olması gerekir. Bu haliyle mücbir sebep ile umulmayan, beklenmeyen hal farklıdır.[8]
Mücbir sebep sayılan olaylar; deprem, çığ, sel, yıldırım düşmesi veya çarpması, toprak kayması, yanardağ patlaması, kasırga, meteor yağmuru gibi genellikle doğa olaylarıdır.[9] Ancak insan kaynaklı, savaş, terör, ihtilal ve isyan gibi sosyal olaylar da mücbir sebep teşkil edebilir.[10]
Şiddetli yağan kar, dolu veya yağmur, yoğun sis, don, rüzgâr, yoldaki buzlanma, sürücünün direksiyon başında uyuya kalması, bayılması, kalp krizi geçirmesi veya ölmesi, güneş ışığının veya diğer bir aracın uzun farlarının göz alması, göze toz kaçması, böcek ısırması, yolun yapımı ve bakımındaki bozukluklar (yolun çukur olması gibi), araçtaki bozukluklar (frenin boşalması, direksiyonun kilitlenmesi, lastik patlaması gibi), tekerleğin taş fırlatması, aracın önüne aniden bir çocuğun veya hayvanın fırlaması birer beklenmeyen hal örneğidir.[11]
Örneklerden de anlaşılacağı üzere daha çok doğadan kaynaklanan ve toplumdan kaynaklı sosyal olaylar mücbir sebep, çevresel bozukluklar, kişinin hastalık, bakım ve dikkat kusurundan kaynaklanan olaylar beklenmeyen hallerdendir. Ancak beklenmeyen halin varlığı işletenin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.
Mücbir sebepte olduğu gibi, zarar görenin ağır kusurunda da işletenin gerçekleştirdiği ilk olay, mahiyeti itibariyle zararlı sonucu doğurmaya elverişli olmalıdır. Ancak zarar görene yükletilebilecek kusurlu davranış, ilk olayı ikinci plana atmış ve zararlı sonucu tek başına doğurmuş olmalıdır.[12]
Örnek vermek gerekirse; gece vakti, otobanda giden araçların önüne aniden atlayan kişinin sebep olduğu trafik kazasında zarar görenin ağır kusuru mevcuttur. Nitekim otobanda, gece vakti karşıdan karşıya geçilmesinde kazanın gerçekleşmesi, hayatın olağan akışına uygun olacaktır. Yine, yaya veya bisikletlinin kontrolsüzce yola fırlaması[13], İntihar etmek isteyen bir kimsenin aracın önüne atlaması[14], Hareket halindeki otobüsten yolcunun dışarı atlaması[15] durumunda zarar görenin ağır kusuru nedeniyle illiyet bağı kesilecektir.
Diğer taraftan üçüncü şahsın kusurlu davranışı, illiyet bağını kesecek yoğunlukta olduğu takdirde zarar veren konumunda olan işleten sorumluluktan kurtulacaktır. Kusursuz sorumluluk, özellikle alelade sebep sorumluluğu ile tehlike sorumluluğu hallerinde, üçüncü şahsın gerçekleştirdiği sebep, kusurlu davranış dışında objektif bir vakıa veya durum (bina, hayvan hareketi) ya da bir işletme tehlikesi olabilir. Bu gibi hallerde söz konusu vakıa, durum veya tehlikenin, illiyet bağını kesebilmesi için, ilk sebebe oranla daha fazla bir yoğunluğa sahip olması gerekir. Meselâ, virajlı bir yerde inşa edildiği için, etrafı iyi görülemeyen bir tren yolu geçidinde otomatik olarak işleyen ve tren geçerken yolu kapayan bir aletin demiryolu işletmesinin hiç bir kusuru olmaksızın teknik arıza yüzünden çalışmadığı, bu sebeple yolun açık olduğunu gören bir otomobil şoförünün yanındaki yolcu ile birlikte geçitten geçerken aniden gelen ekspres trenin altında kaldığını ve yolcu ile birlikte öldüğünü düşünelim. Geçidi otomatik olarak kapayan aletteki teknik arıza dolayısıyla demiryolu işletmesinin arzettiği tehlike, artırılmış bir tehlikedir. Diğer taraftan, herkes, açık olan bir geçitten emniyetle geçebileceğine inanır. Nihayet, tren işletmesinin arzettiği tehlike, otomobile oranla daha yüksektir. Bu itibarla, şoförün yanında ölen yolcunun desteğinden yoksun kalanların, şoförün mirasçılarına ya da işletene karşı açacakları tazminat dâvasında, dâvâlılar, demiryolları işletmesinin gerçekleştirdiği sebebin (tehlikenin) yoğunluğu itibariyle illiyet bağını kesmiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kurtulabilirler. Bu olayda, demiryolu işletmesi üçüncü şahıs durumundadır.[16]
Üçüncü Kişinin Ağır Kusuru İlliyet Bağını Kesecektir.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2012/15403 E.2012/18238 K. 29.11.2012 T kararında; “Hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi'nin 21/12/2009 tarihli raporunda dava dışı F. Ö.'ün kullandığı 47 ... ... plakalı araçla şerit ihlali yaparak dava dışı Y. A.'ın kullandığı ve davalının işleteni olduğu otomobile çarpması şeklinde meydana gelen kazada dava dışı F. Ö.'ün asli ve tam kusurlu olduğu, dava dışı araç sürücüsü Y. A. ile bu araçta yolcu olarak bulunan desteğin kusursuz olduğunun bildirildiği, ceza davasında da bu kabule göre dava dışı F. Ö. hakkında mahkumiyet hükmü kurulduğu anlaşılmaktadır. Şu durumda, üçüncü kişinin ağır kusuru nedeniyle meydana gelen dava konusu trafik kazasında davalının işleteni olduğu araç sürücüsünün kusuru bulunmadığından, ortaya çıkan zararlı sonuçtan davalının sorumlu tutulmaması gerekir. Karar, açıklanan nedenlerle yerinde görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.”
Görüleceği üzere, zarar gören ile üçüncü kişinin ağır kusuru ele alınırken bakılması gereken kıstaslar; zarar gören veya üçüncü kişinin, hayatın olağan akışına göre normal bir kişinin alması gereken önlemleri alıp almadığı veya yine kazanın oluşumunda, zarar veren konumunda olan işleten ve işletenin eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin, hayatın olağan akışı içerisinde, bulunduğu koşullarda kazaya sebebiyet vermesinin beklenmeyecek durumda olmasıdır. Her halde zarar görenin veya üçüncü kişinin kusuru, zarar verenin eylemi ile sonuç arasındaki illiyet bağını kesecek yoğunlukta olmasıdır. Ancak bu durumlarda işletenin sorumluluktan kurtulma imkanı olabilir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/4-107 E., 2012/326 K. 30.5.2012 tarihli kararında, İşletenin sorumluluktan kurtulabilmesi için gerekli şartlar detaylı olarak incelemiş ve emsal bir karara hükmetmiştir.[17]
Kararda somut olayı değerlendiren Kurul, aracın, rampada, tekerleğindeki zincirin kırılması nedeniyle geri geriye gitmesi sonucunda oluşan zararda, sürücünün kusurlu olmadığını, işletenin ise araçtaki bozukluktan meydana gelen zarar nedeniyle ve tehlike sorumluluğu gereğince, Trafik kazasında sorumluluktan kurtulma karinesi getirme imkanının olmadığını belirterek, zarar gören üçüncü kişi ağır kusuru olsa bile sorumluluktan kurtulamayacağını belirtmiştir.[18]
Kurul kararında da belirtildiği üzere, zarar gören, ağır kusurlu olmasına rağmen sırf araçtaki bozukluk nedeniyle zarar sorumlusu olan işleten için KTK m. 86/2 uyarınca uygun bir indirim yapılması gerektiği vurgulanmıştır. Nitekim kararda, alınan bilirkişi raporuna göre özel daire %50 indirim yapılmasının uygun olacağına hükmetmiş, KTK m. 86 uyarınca yerel mahkeme, kazadan sadece davalı işleteni kusuru oranında sorumlu tutmuştur.
Önemle belirtmek gerekir ki zarar gören ya da üçüncü kişinin ağır kusuru olmasına rağmen söz konusu kişilerin temyiz kudretinin olmaması durumunda işletenin sorumluluğunun devam edecektir. Temyiz kudreti olmayanlar, yaptığı eylemleri algılayamadıkları için kusurlarında da söz edilemez. Bu gibi durumlarda işletenin sorumluluğu devam edecek ancak TBK m. 65 (EBK m. 54) uyarınca tazminattan uygun bir indirime gidilecektir.[19] Ancak zarar gören, yaptığı eylemleri algılamayacak ölçüde küçükse, işleten, çocuğu gözetimle yükümlü bulunan ana babanın (üçüncü kişi) ağır kusuruna dayanarak sorumluluktan kurtulabilme imkanı vardır.[20]
Diğer taraftan işletenin sorumluluktan kurtulması için diğer bir kanuni düzenleme KTK md.107’de düzenlenmiştir. Buna göre, bir motorlu aracı çalan veya gasbeden kimse işleten gibi sorumlu tutulur. Aracın çalınmış veya gasbedilmiş olduğunu bilen veya gereken özen gösterildiği takdirde öğrenebilecek durumda olan aracın sürücüsü de onunla birlikte müteselsilen sorumludur. İşleten, kendisinin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerden birinin, aracın çalınmasında veya gasbedilmesinde kusurlu olmadığını ispat ederse, sorumlu tutulamaz. İşleten, sorumlu olduğu durumlarda diğer sorumlulara rücu edebilir”
Madde metninden de anlaşılacağı üzere trafik kazasında sorumluluktan kurtulma karinesinden bağımsız olarak, diğer bir değişle KTK m. 86’da sayılan şartlar aranmaksızın bir kimsenin aracının kendi ve eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kusuru olmaksızın çalınması halinde, eğer söz konusu araç, üçüncü kişiler üzerinde zarar meydana getirmişse zarar sorumlusu sadece aracı çalan ve gasbeden olacaktır. Bu durumda hem işleten hem de sigorta şirketi oluşan zarardan sorumlu olmayacak ve trafik kazasında sorumluluktan kurtulma söz konusu olacaktır.
Yargıtay bu gibi durumlarda, mahkemece gerekli araştırmaların yapılmasını ve aracın kapı ve camlarının kapatılmış olması, kontak anahtarının araç üzerinde veya kolayca elde edilebilecek bir yerde bırakmaması, sürücü ve yardımcıları seçmede, talimat vermede, denetlemede, her türlü özeni gösterdiği hususlarının göz önünde bulundurulmasını aramaktadır. Burada ispat yükü zarar görende değil, işleten ve onun sigortacısındadır.
Araç İşleteninin Sorumluluktan Kurutulabilmesi, Her Türlü Dikkat ve Özeni Gösterdiğini İspatlaması Gereklidir.
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2012/14647 E. 2013/8789 K. 10.6.2013 T kararında; “Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir. Davacı şirkete sigortalı aracın yanmasına sebep olan davalıya ait araç park halinde olduğu yerden çalınmış olup gerçek işleten; ancak çalma ve gasp eyleminin gerçekleşmesine kendisi veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerden birinin kusurunun bulunmadığını ispat etmesi halinde sorumluluktan kurtulabilir. Aksi takdirde gerçek işleten ile farazi işleten (hırsız ve gasp eden) müteselsilen sorumlu olurlar. İşletenin sorumlu sayılmaması için, aracın gözetimi yönünden gerekli tedbirleri aldığını, aracın kapı ve camlarını kapattığını, aracın anahtarını araç üzerinde ve kolay elde edilebilecek bir yerde bırakmadığını, sürücü ve yardımcıları seçmede, talimat vermede, denetlemede, her türlü özeni gösterdiğini ispat etmelidir. Bu hususlar araştırılmadan karar verilmesi doğru görülmemiştir."
[17] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/4-107 E., 2012/326 K. 30.5.2012 tarihli kararında; “2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 85. maddesinin 1. fıkrasına göre bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına sebep olursa, motorlu aracın işleteni doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu gibi, aynı kanunun 85/4. fıkrası uyarınca da aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin de kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.
Bu düzenlemeler dikkate alındığında; işletenin sorumluluğu, genelde, neden (objektfi), özelde ise, objektif sorumluluğun ağırlaştırılmış biçimi olan tehlike sorumluluğuna dayanmaktadır.
İşletenin motorlu aracın işletilmesinden doğan zarardan sorumluluğu için ne kendisinin ne de sürücü ile aracın işletilmesine katılan yardımcı kişilerin kusuru aranmayacaktır. Zararın motorlu aracın işletilmesinin uygun sonucu, nedeni olması yeterlidir; işleten sınırlı olan kurutuluş nedenlerinden birinin bulunması ve ek kusurunun olmaması koşuluyla sorumluluktan kurutulabilecektir.” (AŞÇIOĞLU, Çetin:Trafik Kazalarından Doğan Hukuk ve Ceza Sorumlulukları, 2. bası, 2008, s.49)
Bir başka deyişle; 2918 s. KTK’nın 85/1. maddesinden gösterilen koşulların hepsinin birlikte gerçekleşmesi durumunda, işletenin tehlike sorumluluğu kural olarak gerçekleşmiş olacaktır. Ne var ki, yasada düzenlenen genel ve özel kurtuluş nedenlerinin birine dayanarak sorumluluktan kurtulması olanağı da vardır. İşleten bu kurtuluş nedenlerinden birinin varlığını kanıtlayarak sorumluluktan kurtulabilecektir.
2918 s. KTK’nın 86/1. maddesinde sorumluluktan genel kurtuluş nedenleri düzenlenmiştir. İşleten kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın; kazanın “bir mücbir sebepten” ya da “zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurundan” ileri geldiğini ispat ederse sorumluluktan kurtulacaktır.
İşletenin üç nedenden birine dayanarak (mücbir sebep, zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuru) sorumluluktan kurtulabilmesi için öncelikle iki ortak unsurun birlikte bulunması gereklidir.
2918 sayılı KTK’nın 85/1. maddesine göre, sorumluluğu için kusur aranmayan işletenin sorumluluktan kurtuluş nedenleri ileri sürebilmesi için öncelikle olayda ne kendisinin ne de eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin kusurunun bulunmaması gereklidir.
İşletenin sorumluluktan kurtuluş nedenleri ileri sürebilmesi için bulunması gereken diğer şart ise araçtaki bozukluğun kazayı etkilememiş olmasıdır. İşleten, araçtaki bozuklukların sonuçlarına katlanmak zorundadır; kazayı ve zararı etkilemesi durumunda kurtuluş nedeninden yararlanamaz.
Yukarda belirtilen şartların oluşması halinde işleten, ancak aşağıda belirtilen kurtuluş nedenlerine dayanarak sorumluluktan kurtulma imkanı sahip olacaktır.
İşleten, işletilenin çalışma ve işletilmesi dışında meydana gelen, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün bulunmayan olağanüstü kaçınılmaz bir olaydan (mücbir sebepten) dolayı sorumluluktan kurtulabileceği gibi; zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuru halinde de sorumluluktan kurtulabilir. Üçüncü kişiden amaç zarar gören ve işleten ile bunların eylemlerinden sorumlu olduğu kişiler dışında kalan ve aracın işletilmesiyle ilgisi olmayan kişilerdir.
[18] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/4-107 E., 2012/326 K. 30.5.2012 tarihli kararının devamında; “Somut olaya gelince; davalı işletene ait olup, diğer davalı C. K.'nın kullandığı aracın, rampada tekerleğindeki zincirin kırılması nedeni ile geri geri kaydığı, bunu gören davacının kendi aracını korumak amacıyla kayan aracı iterek durdurmaya çalıştığı ve bu esnada yaralandığı sabittir.
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'na ait rapora göre davacı İsmail Danacı'nın %50 oranında kusurlu olduğu, davalı taraf aracının kontrolsüzce geri kayarak davacıya çarpmasının %50 oranında etkili olduğu, davalı sürücü Casim Kara'nın kusursuz olduğu, teknik arıza sebebiyle kamyonet maliki işleten davalı şirketin %50 oranında kusursuz sorumlu oldukları belirtilmiştir.
Olayın bu oluş şekli dikkate alındığında davalı, işletene ait aracın tekerindeki zincirin kırılması nedeni ile geriye doğru kaymaya başladığı, davacının aracını korumak amacıyla davalıya ait aracın arkasına geçerek iteklemeye çalıştığı ve ayağının kayması sonucunda da aracın darbesi ile yaralandığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtildiği üzere öncelikle 2918 s. KTK 86’nın maddesinde işletenin kurtuluş beyinnesi ileri sürebilmesi için gerekli şartların oluşup oluşmadığına, sonrasında ise sorumluluktan kurtulması için gerekli şartların davalı tarafından ispat edilip edilmediğine bakılmalıdır.
2918 s. KTK’nın 86. madde dikkate alındığında, somut olayda; işletenin sorumluluktan kurtulabilmesi için ilkin araçtaki bir bozukluğun kazayı etkilemediğini ispat etmesi ve sonrasında ise kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat etmesi gereklidir.
Yukarı da açıklandığı üzere kaza, işletene ait aracın tekerindeki zincirin kırılması ve aracın geriye doğru kayması sonucu meydana gelmiştir. Bu oluş şekli dikkate alındığında artık davalı işletenin sorumluluktan kurtuluş nedenleri olan “kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya bir üçüncü kişinin ağır kusurundan ileri geldiği” hususunun ispat edilmesine gerek kalmamıştır. Çünkü kaza araçtaki bozukluk nedeni ile meydana geldiğine göre işleten artık kusursuz sorumludur.
Ancak hemen burada şunun da ifade edilmesi gereklidir; zararın meydana gelmesinde davacının da etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Davacının kayan aracın arkasına geçerek zararın artmasına neden olmasının ve bu zararın tamamının da davalı işleten tarafından karşılanmasının adil olmayacağı da açıktır.
Kural olarak sorumluluğun belirlenmesinden sonra zararın tespit edilmesi ve bu aşamadan sonra davalı tarafından ödenecek tazminat miktarının belirlenmesi gereklidir. Bu arada tazminatın zarardan fazla olma imkanı bulunmamaktadır. Zarardan eksik olabileceğine göre bu aşamada belirlenen zarardan indirim söz konusu olup olmayacağının saptanması gereklidir.
KTK’nın 86/2 maddesinde “sorumluluktan kurtulamayan işleten veya araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi, kazanın oluşunda zarar görenin kusurunun bulunduğunu ispat ederse, hakim, durum ve şartlara göre tazminat miktarını indirebilir.” Hükmü getirilmiştir. Maddedeki “durum ve koşullara göre” ibaresi hakime geniş yorum olanağı ve takdir hakkı sağlamıştır. Bu düzenleme dikkate alındığında zarar görenin ağır kusuru işletene sorumluluktan kurtulma imkanı tanımıyorsa, işletenin sorumlu olduğu tazminat miktarından KTK 86/2 maddesine göre indirim yapılması, ancak indirim yapılırken davalı işletenin sorumluluğunun tehlike sorumluluğuna dayanan bir sorumluluk olduğunun gözden kaçırılmaması gereklidir.
Bu nedenle, kaza araçtaki bozukluk nedeni ile meydana geldiğine göre, davalı işletenin sorumlu tutulması, davacının da zararın meydana gelmesindeki kusurlu eylemi dikkate alınarak 818 sayılı BK’nın 44. ve bu maddenin daha özel bir düzenlemesi olan 2918 s. KTK’nın 86/2. maddeleri gözetilerek uygun bir indirim yapılması gerekli iken önceki karar da direnilmesi usul ve yasaya uygun değildir.”
Çarpıp kaçan araç olayı, sorumluluktan kurtulma amacıyla yapılan ve trafik kazalarında sık yaşanan kazalardandır. Kaçan araç sürücüsünün, zarar görenin, hasardan sorumlu kişinin kim olduğunu ispatlar delilleri elde etmesini engellemek için yaptığı eylemi korumak hukuk düzenine aykırılık teşkil edecektir.
Nitekim olay yerini terk eden kişinin, mahkemece yada resmi makamlarca tespit edilmesi halinde verilen zararın tamamı trafik sigortası tarafından karşılanacak ve trafik sigortası sırf olay yerini terk ettiği için tüm zararı kendisinden tazmin edebilecektir. Bu sebeple çarpıp kaçan araç sürücü, gerçekten geçerli bir sebebi yoksa olay yerine geri dönmesi yada en yakın emniyete olayı ikrar etmek için gitmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan çarpıp kaçan araç plakasının, ne kamera kayıtları ile ne tanıklarla ne de kaçarken çekilmiş fotoğraf ile ispatlanamaması halinde ne yapılması gerekmektedir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, sadece maddi hasarlı trafik kazası dahi olsa, olay yerinden kaçan araç sürücüsü olması halinde her halde emniyete haber verilmesi ve olay yerini terk etmeksizin ilgili emniyet personelini beklemek gereklidir. Polis yada jandarma geldikten sonra olay kendilerine anlatılmalı ve verdiğiniz beyan ile çarpıp kaçan araç plakasının, beyana göre bile olsa kaza tespit tutanağına kaydettirmeniz gereklidir.
Nitekim Yargıtay, kararlarında, yapılan çarpıp kaçma eylemi korumamış, oluşturduğu içtihatlarla bir takım delillerin sunumuyla beraber ispat yükünün çarpıp kaçan sürücü ve işleteninde olacağını içtihatlarıyla vurgulamıştır.
İçtihatlarında, eğer zarar gören kişi, çarpıp kaçma eylemi sonrasında olay yerinden ayrılmamış ve olay yerine resmi görevlileri çağırarak olayı tutanak altına aldırmışsa, meydana gelen kaza eyleminde verdiği çaba ile haklı olduğunu ortaya koyan zarar gören kişiyi korumuştur.
Gerçekten de bakıldığında zarar gören kişi, zarara sebebiyet veren aracın, kaçma eylemi sonrasında ispatlaması oldukça güçtür. Ancak zarara sebebiyet veren kişi o tarihte orada olmadığını daha rahat ve kolayca ispatlayabilecektir.
NİTEKİM AŞAĞIDAKİ KARARDA YARGITAY, DAVALININ, KAZA YERİNDE HİÇ BULUNMADIĞI VE ARACA ZARAR VERMEDİĞİ SAVUNMASI KARŞISINDA DAVACI SİGORTACI, OLAY YERİNDE TRAFİK ZABITALARI TARAFINDAN TUTULMUŞ TRAFİK TESPİT TUTANAĞI VARSA VE TUTANAKTA, SİGORTALISININ BEYANINA GÖRE DE OLSA ZARARA SEBEBİYET VEREN ARACIN DAVALININ İŞLETENİ OLDUĞU ARAÇ OLDUĞU TESPİT EDİLMİŞSE, İDDİASINI İSPAT ETMİŞ OLACAKTIR. ARTIK DAVALI ZARAR VERENİN AKSİ YÖNDE DELİLERLE SAVUNMASINI İSPAT ETMESİ GEREKİR.
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2014/4534 E., 2014/4751 K. 31.03.2014 T. Kararında;
“Davalılar vekili gerek müvekkillerinin gerekse dava konusu otomobilin mezkur tarihte herhangi bir kazaya karışmadığını, aracın kaza tarihinden çok önce ve kaza tarihinde zaten arızalı olduğunu ve gerekli onarım için bakımda bulunduğunu bildirerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece toplanan delillere ve tüm dosya kapsamına göre davalıların miras yoluyla malik oldukları aracın dava konusu olaya karıştığı kanıtlandığından davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu trafik kazasına ilişkin olarak emniyet görevlileri tarafından tutulan 15.09.2007 günlü kaza tespit tutanağında sürücülerin kendi beyanlarına göre davacıya kasko sigortalı araç sürücüsü B. D.’in sevk ve idaresindeki araca davalıların murisi adına kayıtlı olan aracın arkadan çarpıp kaçtığı,… maddi hasarlı kaza olduğu ve kazaya olay yerini terk eden davalı aracının sebebiyet verdiği belirtilmiştir.
Dosyada mevcut, kazanın hemen akabinde trafik polislerince tutulan kaza tespit tutanağında davacıya kasko sigortalı araca arkadan çarpıp kaçan ve kazaya sebebiyet veren aracın davalıların murisi adına kayıtlı olan araç olduğu belirlenmiş, tutanağı düzenleyen tutanak mümzileri dinlenmiştir. Resmi makamlarca düzenlenen kaza tespit tutanakları aksi sabit oluncaya kadar geçerli belgelerdendir. Davacı tanıklarının olaydan uzun bir süre sonra verdikleri ve yaklaşık olarak 1 yıldan fazla süre davalı aracının sanayide bakım ve onarımda kaldığına ilişkin beyanları kaza tespit tutanağının aksini ispatlayacak nitelikte değildir.
Bu durumda mahkemece, aksi sabit oluncaya kadar geçerli olan kaza tespit tutanağına göre davalıların murisi adına kayıtlı olduğu aracın kazaya karıştığının kabulüyle işin esasına girilip, yapılacak yargılama sonucunda bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.”
“Tanımlar” başlıklı KTK m. 3’de İşleten kavramı; “Araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen veya aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir. Ancak ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendi-sine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimse işleten sayılır." yönündeki tanımı ile aracın salt kiralanması değil, aracın uzun süreli kiralanması halinde işleten sıfatına haiz olunacağı ifadesine yer vermiştir.
Verilen tanımdan yola çıkacak olursak aracın kısa süreli kiralanması halinde işleten sıfatı değişmeyecektir. Diğer bir ifade ile aracın kısa süreli kiralanması halinde işleten sıfatı aracı kiralayan kişiye ait olacaktır. Ancak aracın uzun süreli kiralanması halinde madde metnindeki tanım devreye girecek ve artık aracı kiralayan kişi yani kiracı, işleten sıfatının sahibi olarak aracın yol açtığı zararlardan sanki araç sahibi gibi sorumlu olacaktır.
Madde metninde yada diğer mevzuatlarda uzun süre kiralamanın ne kadar süreyi kapsadığına ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmış değildir. Yine ne Yargıtay kararlarında ne de doktrinde belirli bir süre öngörülmüş değildir.[1] Ancak bazı görüşlere göre üç gün ya da daha uzun süreli araç kiralama sözleşmeleri uzun süreli sayılacakken[2], bazı görüşlere göre ise bir ay ya da daha uzun süreli aracın kiralanması gerekmektedir.[3]
Yargıtay tarafından oluşturulan içtihatlarda bu sürenin ne kadar olabileceği hususu tartışılmış ancak her olayın kendine özgü kıstaslarının olması nedeniyle belirli bir süre belirlenememiştir. Ancak Yargıtay’ın artık yerleşmiş uygulamalarına göre araç üzerinde fiili hakimiyet ve ekonomik yararlanma ilkeleri göz önünde tutularak her somut olaya göre işletenin kim olduğunun değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
İşleten Sıfatı belirlenirken “Araç Üzerindeki Fiili Hakimiyet ve Ekonomik Yararlanma” Unsurlarına bakılacaktır.
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2016/945 E., 2016/4769 K., 14.4.2016 T. Kararında; “Bu yasal düzenleme karşısında, kazaya karışan araçların meydana getirdikleri zararlardan araç sahiplerinin hukuken sorumlu olacağı ilkesi benimsenmiş ise de, araç malikleri tarafından herhangi bir sebeple yararlanılması için bir başka kimseye devir edilmesi halinde (kısa bir süre için kiralanmaması kaydıyla) artık üzerindeki fiili hakimiyeti kalmaması ve bu sebeple ekonomik yönden de bir yararlanma olanağının kalktığı durumlarda, o araca kaza sırasında fiili hakimiyeti altında bulunduran ve ondan iktisaden yararlanan kimsenin işleten sıfatıyla meydana gelen zarardan sorumlu tutulması gerekir. Bunun sonucu olarak da, araç maliki sorumlu tutulmamalıdır.
Gerek doktrinde, gerekse Yargıtay'ın uygulamalarında, kiracının işleten sıfatının belirlenmesinde, kira sözleşmesinin uzun süreli olması, araç üzerinde fiili hakimiyet ve ekonomik yararlanma unsurlarının birlikte bulunması gerekmektedir.”
Görüleceği üzere daha önce de değinildiği üzere Yüksek Mahkeme belirli bir tam sayı vermek yerine, tamamen fiili hakimiyet ve iktisadi yarar kıstaslarına atıf yapmak suretiyle değerlendirmenin yapılabileceğine vurgu yapmıştır.
Belirlenen kıstaslar dahilinde kimi zaman on gün için aracın kiralanması, uzun süreli kiralama olarak kabul etmekte, kimi zaman ise otuz gün aracın kiralanması halinde olayın kendine özgü durum ve koşullarına göre kiralama süresi kısa sayılmaktadır.
Uygulamada ve mahkemelere konu davalarda sıklıkla karşılaşıldığı üzere kira sözleşmesinin adi yazılı ya da sözlü yapılmış olması halinde, akdedilen kira sözleşmenin süresi, uzun bir süre olarak kararlaştırılmış olsa bile Yargıtay, yapılan sözleşmenin sırf üçüncü kişileri zarara uğratmak kastıyla sonradan yapılabileceğini düşünerek kararlarında, dava aşamasında toplanacak diğer delillerle beraber kira sözleşmesinin gerçekten var olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir.
Yazılı kira sözleşmesinin varlığı halinde ayrıca kira sözleşmesini destekleyici deliller ile işleten sıfatının belirlenmesi gerekmektedir.
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2014/4368 E. 2015/11790 K. 9.11.2015 T. Kararında; “Gerek doktrinde, gerekse Yargıtay'ın uygulamalarında, kiracının işleten sıfatının belirlenmesinde, kira sözleşmesinin uzun süreli olması, araç üzerinde fiili hakimiyet ve ekonomik yararlanma unsurlarının birlikte bulunması gerekmektedir. Ancak bu konuda getirilecek delillerin üçüncü kişileri bağlayabilecek nitelikte ve güçte olması, özellikle zarara uğrayanların haklarını halele uğratacak bir sonuç yaratmaması şartı aranmakta ise de sözleşmenin noter aracılığıyla yapılması şartı aranmamaktadır.
Somut olayda, aracın kayden maliki davalı N.. Motorlu Araç Tic. Ltd. Şti. olup, davalı, aracın kazadan önce dava dışı... İnş. San. ve Tic. Aş.'a uzun süreli kiralanmış olduğunu savunmuş ve buna ilişkin olarak kira sözleşmesini delil olarak ibraz etmiştir. Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler de göz önünde bulundurularak, davalı ile dava dışı ... İnş. San. ve Tic. Aş. arasındaki kiralama sözleşmesi dikkate alınarak, taraflar arasında tanzim edilen kira sözleşmesinin uzun süreli ve 3. kişileri bağlayacak güçte bir kira sözleşmesi olup olmadığı, aracın teslim edilip edilmediği, araç üzerinde fiili hakimiyet ve ekonomik yararlanma olup olmadığı, kira sözleşmesinin ve kira bedelinin Maliye ve Vergi Dairelerine bildirilip bildirilmediği, kira bedellerinin ödenip ödenmediğinin, gerektiğinde davalı malik ve kiracının ticari defter ve kayıtlan üzerinde bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırılmak suretiyle kira sözleşmesinin belirtilen bu deliller ile fatura ve cari hesap hareketleri gibi yan delillerle desteklenip desteklenmediği, davalının işletenlik sıfatının devam edip etmediği hususları tartışılarak varılacak uygun sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.”[4]
Yönündeki kararda da açıkça belirtildiği üzere mevzuatımızda kira sözleşmesinin noterde yapılması gerektiğine ilişkin herhangi bir şekil şartı öngörülmemiştir. Hatta sözlü yapılan kira sözleşmeleri bile geçerli kabul edilmiştir. Ancak Yargıtay, zarar gören üçüncü kişinin aldatılmaması için yapılacak uzun süreli araç kira sözleşmelerinin noter aracılığıyla yapılması gerektiğini belirtmiştir. Ancak yazılı bile olsa kira sözleşmelerin varlığı halinde bu sözleşenin göz ardı edilemeyeceğini, diğer yan deliller ile beraber kiralama olgusunun varlığının araştırılması gerektiğini belirtmiştir. Bu haliyle diğer yazılı deliller ile beraber desteklenmesi halinde yazılı, hatta sözlü kira sözleşmelerinde dahi işleten sıfatının değişeceği izahtan varestedir.
Örnek vermek gerekirse, A firmasına ait bir aracın, trafik kazası neticesinde bir kişinin yaralanmasına neden olduğunu varsaydığımız bir olayda A firması, eğer geçmişe yönelik paravan bir şirket ile kazaya karışan aracın kiralanması hususunda kira sözleşmesi imzalar ise yaralanan kişi, artık işleten olarak gözüken paravan şirkete dava açabilecektir. Bu durumda yaralanan kişinin zararını tahsil etmesi mümkün olmayacaktır. Belirtilen hileli sözleşmenin önüne geçmek isteyen Yüksek Mahkeme, her ne kadar uygulamada yazılı adi kira sözleşmesini geçersiz saymasa da, imzalanan adi kira sözleşmesinin yanında, kira bedelinin maliye ve vergi dairelerine bildirilip bildirilmediğinin, gerektiğinde kiraya veren ve kiracının ticari defter ve kayıtları üzerinde bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırılmak suretiyle kira sözleşmesinin, fatura, ruhsat ve cari hesap hareketleri gibi yan deliller ile desteklenmesi halinde adi yazılı kira sözleşmesine itibar etmektedir.
Önemle belirtmek gerekir ki, uygulamada sadece şirketler değil, gerçek kişiler de araçlarını kiraya vermektedir. Bu durumda vergi kaydı ve ticari defteri olmayan gerçek kişi için yukarıda öngörülen incelemenin yapılması mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla belirtilen durumda mahkemelerce, aracın kiralık olarak verildiği süre içerisinde; araç vergisinin kim tarafından ödendiği, sigorta poliçelerinin kim tarafından yaptırıldığı ve ödendiği, trafik cezalarının kimlere kesildiği ve kimler tarafından ödendiği, verilen kiralık araca karşı alınan ödemenin nasıl yapıldığı, araç teslim tutanağı ve benzeri olgular incelenerek gerekirse tanık beyanları ile karar vermelidir.
Finansal kiralama şirketleri ise uygulamada araçlarını noter aracılığıyla kiraladıklarından dolayı her halde işleten sıfatı finansal kiralama şirketine değil, aracı kiralayan kişi yada şirketlere ait olacaktır. Ancak noter kanalıyla araç kiralansa bile kiracı aracı hiç teslim almamış ise bu durumda aracın işleten sıfatı her halde aracı elinde bulunduran kiralayanda olacaktır.
Tüm bu belirtilen hususların varlığı hiçbir halde trafik sigorta poliçesinin geçerliliğini etkilememektedir. Ancak poliçede, aracın kiralanması halinde muafiyet uygulanabileceğine dair sigortacı tarafından kayıt konulabilecektir. Bu durumda zarar görenin zararı, varsa muafiyet kaydı göz önüne alınarak sigortacı tarafından ödenmesi gerekecektir.
[1] Tartışmalar için bkz AŞÇIOĞLU:Trafik Kazalarından Doğan Hukuk ve Ceza Sorumlulukları, 2008, sh. 15 vd.
[2] Tartışmalar için bkz EREN: s.682, BOLATOĞLU: s 73.
[4] Aynı yönde kararlar için bkz. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2016/5306 E., 2016/7131 K., 13.6.2016 T., Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2014/1421 E., 2015/11927 K., 10.11.2015 T.
İşleten ne demek ? sorusunun cevabı, trafik kazalarında sorumlu kişilerin tespit edilebilmesi için önemlidir. İlgili mevzuat metninde belirtildiği üzere kazaya sebebiyet veren araç sürücüsünün yanında aracın işleteni de zarardan sorumlu olacaktır. İşletene yüklenen bu sorumluluk hali Borçlar Kanununda düzenlenen “Tehlike Sorumluluğu” dur. Trafik sigortasının yapılmasıyla, işletenin ve sürücünün sorumluluğu ortadan kalkmayacaktır.[1] Trafik Poliçesinde belirtilen sigortalı kişiden başka bir kişi işleten sıfatına haiz olsa da, her halde ZMSSGŞ de belirtilen teminat dışı sebeplerden birinin gerçekleşmemiş olması halinde sigortacı, trafik poliçesi için öngörülen teminat limitleri dahilinde zarardan sorumlu olacaktır. Sigortacı, Borçlar Kanunu’nun 51’inci maddesi anlamında sorumlu kişi değildir.[2] Sigortacı, yasa ile düzenlenen teminat limitleri dahilinde araç sürücüsü ve işletenin sorumluluğunu karşılamakta ve bu limiti aşan kısım için ise işletenin ve sürücünün sorumluluğu devam etmektedir.
Araç işleteni denilince ilk önce aklımıza motorlu aracın sahibi gelmektedir. İşleten sıfatı çoğunlukla aracın sahibine ait olmakla beraber bazı koşullarda araç sahibi dışındaki kişiler de araç işleteni sıfatına sahip olabilir.
KTK m. 3 de “Araç Sahibi”, araç için adına yetkili idarece tescil belgesi verilmiş veya sahiplik veya satış belgesi düzenlenmiş kişi olarak tanımlanmıştır. Madde metninden anlaşılacağı üzere öncelikle adına tescil belgesi verilmiş kişinin malik olacağı belirtilmiştir. Ancak salt tescil belgesi, aracın sahipliğine karine teşkil etse de her zaman gerçek sahibini göstermeyebilir. Örneğin araç adına tescil edilmiş kişi aracı noterde düzenlenen satış sözleşmesi ile satmış olabilir. Bu durumda her ne kadar trafik sicilinde araç sahibi, tescil belgesi olan kişi olarak gözükse de, aracın sahipliğini yapılan noter sözleşmesi ile kaybetmiş olacaktır. Peki, aracı satmış olan ancak henüz trafik sicilinde aracın sahibi olarak görünün kişi, aracını kullanan kişinin yaptığı kazadan sorumlu olacak mıdır?
Yargıtay bu gibi durumlarda, aracın noterden satılmış olmasını yeterli görmüş, ayrıca trafik siciline tescil edilmesine gerek olmaksızın aracı noterden alan kişinin meydana gelen kazadan sorumlu olacağını vurgulamıştır.
Yine Yargıtay’ın farklı hukuk daireleri de aynı görüşü benimseyerek, tescil işleminin idari nitelikte olduğunu, aracın mülkiyetinin ve dolayısıyla aracın neden olduğu zarardan sorumluluğun, noterden yapılan satış sözleşmesi ile beraber yeni malike geçeceğini kabul etmiştir.[3]
Önemle belirtmek gerekir ki, işleten sıfatı durum ve şartlara göre değişebilen bir kavramdır. Aşağıda detaylı olarak değineceğimiz üzere maddi olgular göz önüne alınarak araç üzerindeki fiili hakimiyetin ve ekonomik yararın kimde olacağının belirlenmesi ve araç işleten sıfatının tespit edilmesi gerekmektedir.
Bazı uyuşmazlıklarda araç sahibi, aracını sözlü ya da adi bir sözleşme ile sattığını iddia ederek oluşan kazadan sorumlu olmadığını mahkemede ileri sürebilmektedir. Bu gibi durumlarda kaza nedeniyle zarardan sorumluluk kime ait olacaktır?
Bilindiği üzere aracın satışı, noterlikçe düzenlenen satış sözleşmesi ile yapılması mümkündür. Bunun haricinde gerek sözlü, gerek adi yazılı olarak yapılan araç satışları, hukuken geçerli bir satış niteliğine sahip değildir. Nitelim KTK m. 20/d, açıkça araç satışlarının noterden yapılmasının zorunlu olduğunu düzenlemiştir. Kişilerin, araçlarını kanunun ön gördüğü biçimde satmamaları durumunda oluşan kazalardan işleten sıfatıyla sorumluluğu devam edecektir. Yargıtay da aynı görüşü benimseyerek kararlarında istikrarlı olarak ancak noterden yapılan satış ile işleten sıfatının kaybedileceğini vurgulamıştır.
Trafik Siciline Tescil Edilmese Bile Noterden Yapılan Satışla Beraber Alıcı, Meydana Gelecek Trafik Kazasından Sorumlu Olacaktır.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2004/10862 E. 2005/7174 K. 5.7.2005 T kararında; “2918 sayılı KTK’nın, değişik 20/d madde hükmü uyarınca, noterlerce gerçekleştiren devir işlemleri, araç mülkiyetinin devri için yeterli olup, işlemin tamamlanması için trafik siciline alıcı adına tescil işlemi yapılması mutlak koşul değildir. Tescil işlemi, idari bir tasarruf olup, yaptırılmaması ayrı bir yaptırıma tabidir ve mülkiyetin devri için kurucu bir nitelik taşımaz. Bunun bir sonucu olarak da, trafik kayıtları mülkiyeti gösteren sicillerden olmakla birlikte, bu karine kesin değildir. Aracı, noter satışı ile devralan, adına tescil işlemi yaptırmamış olsa dahi, aracın maliki sayılır. Davalı M., cevap dilekçesinde aracını kazadan önce sattığını savunmuş olup, D. Trafik Tescil Büro Amirliği'nin yazısından da aracın 19.11.2002 tarihinde dava dışı üçüncü şahıs adına tescilli olduğu anlaşılmıştır. Dava konusu trafik kazası 29.09.2001 tarihinde meydana gelmiş olup, mahkemece kaza tarihi itibariyle aracın sahibi belirlenerek sonucuna göre karar verilmek gerekirken, eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.”
Aynı şekilde aracın birden fazla harici satış sözleşmesi ile devamlı el değiştirmesi durumunda da işleten sıfatı değişmeyecektir.
Yargıtay 17.Hukuk Dairesi 2015/ 13876 E., 2016 / 1992 K. ve 22.02.2016 tarihli kararında; "İfade olunduğu üzere, davalıya ait araç, ilk etapta davalı tarafından olmak üzere, harici devirlerle bir çok el değiştirmiştir. Bu husus, mahkemenin gerekçeli kararında da ifade edilmiş olup mahkemenin de kabulündedir.
Ayrıca, davalı ..., motorsikletinin evinin önünden çalındığını belirterek 27.09.2011 tarihinde ...ye şikayette bulunmuş ve savcılık tarafından soruşturma açılmış ise de; davalının soruşturma kapsamında alınan ifadesinde, motorsikletini haricen sattığını; ancak sattığı kişinin adına tescil yaptırmaması ve aracın başka kişilere harici devirlerle geçtiğini öğrenmesi üzerine, aracı harici satımla elinde bulunduran kişiyi tescile zorlamak için çalındığı yönünde şikayette bulunduğunu beyan etmiştir. ... tarafından yürütülen soruşturma kapsamında alınan müşteki (eldeki davanın davalısı), şüpheli ifadelerinden müştekinin aracını haricen sattığı, sonrasında aracın el değiştirdiği tespit edildiğinden takipsizlik kararı verilmiştir. İfade olunan bu hususlar karşısında, davalının gerek icra dosyasına yaptığı itirazda, gerekse davaya verdiği cevapta belirttiği, aracının çalındığına ilişkin beyanları ile savcılığa yaptığı şikayeti samimiyetten uzaktır.
Bu durumda, yukarıda anılan 2918 sayılı KTK'nun 3. maddesi ve 20/d maddesi birlikte göz önünde bulundurulduğunda, aracın maliki olan davalı tarafından aracın kanunen aranan resmi şekle uygun olarak satışının yapıldığını gösterir herhangi bir kaydın bulunmadığı, haricen satım hususunu kabulün 3. kişi konumunda bulunan davacı sigortacıya karşı ileri sürülmesinin mümkün olmadığı gözetilerek; araç işleteni sıfatı devam eden davalının zarardan sorumlu olduğu gözetilerek hüküm tesisi gerekirken yanılgılı değerlendirmeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir."
Motorlu araçların neden oldukları trafik kazalarında görünürde her zaman araç sahibi sorumlu olarak görülse de, pratikte, her zaman araç sahibinin sorumluluğuna gidilmesi hakkaniyete uygun düşmemesi nedeniyle doktrinde ve Yargıtay kararlarında işleten kavramı ortaya çıkmıştır.[6]
Daha sonra işleten kavramı yasa kapsamına alınarak, Karayolları Trafik Kanunu “İşleten” kavramının tanımına yer vermiştir. Düzenlemeye göre işleten, araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen veya aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişi olacağı, ancak ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimsenin işleten sayılacağı belirtilmiştir.
Yasa metnine göre araç maliki öncelikli olarak işleten sıfatına sahip olacaktır. Ancak aşağıda sayılan durumlardan birinin mevcudiyeti halinde araç maliki, işleten sıfatını kaybedecek dolayısıyla yapılan kazada sorumlu olmayacaktır.
Mülkiyet muhafaza kaydıyla yapılan satışta, aracın yeni alıcıya teslim edilmesi ve tescilde alıcının isim kaydının yapılması zorunludur. Sözleşmede mülkiyet satıcıya aittir. Bu durumda alıcı, işleten sıfatına haiz olacaktır.
Ariyet(Kullanım ödüncü) durumunda ödünç alan sorumlu olacaktır.
Rehin durumunda rehin alan sorumlu olacaktır. Ancak taşınırlara ilişkin rehin sözleşmesinde, rehin konusu taşınırın rehin alana verilmesi esas olduğundan ve günümüzde araçlar üzerinde uygulanmadığından, teslim koşulunun gerçeklemediği durumlarda rehin alanın sorumlu olmaması gerekmektedir.
Ancak önemle vurgulamak gerekir ki, her ne kadar yasada sayılan ariyet, kiralama ya da rehin durumlarında, yukarıda sayılan kişiler sorumlu olacaksa da, madde metninde aracı kendi adına işleten ve araç üzerinde fiili tasarrufta bulunan kişi her halde işleten sayılacaktır. Yargıtay kararlarında da söz konusu durum vurgulamış, “Araç Üzerindeki Fiili Hakimiyet ve Ekonomik Yarar” kimde ise işleten o kişi sayılmıştır.
Araç üzerinde fiilî hâkimiyet, araçtan doğan tehlikeleri ve aracın masraflarını üstlenmek, aracın ne zaman trafiğe çıkarılıp, trafikten ne zaman çekileceği, aracın kim tarafından, nasıl ve hangi amaçlarla kullanılacağı, aracın bakımının ne zaman ve ne şekilde yapılacağı konularda karar verme yetkisini ifade eder.[7] Ekonomik yarar ise, aracı kullanımı nedeniyle elde edilecek kazancı ifade eder.
Burada fiili hakimiyetin kısa bir süre için ortadan kalktığı durumlarda yine işleten sıfatı değişmeyecek, zarardan doğan sorumluluk devam edecektir. Örneğin, araç kiralama şirketinin iki günlüğüne aracı başka birisine kiralaması durumunda, araç kiralama şirketi işleten sıfatını kaybetmeyecektir.
[1]BOZER: 1965, s. 255; BOZER, Ali:Sigorta Hukuku, Ankara 2004, s. 118-119; ÇEKER: s. 162.
[3] Aynı yönde karar için bkz. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2010/5796 E., 2010/6034 K.
[4] Aynı yönde bkz Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2014/13564 E., 2016/11347 K., 8.12.2016 T.
[5] Bkz. Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2015/13876 E., 2016/1992 K., 22.02.2016 T.
[6]BOLATOĞLU, Bolat:Karayolları Trafik Kanununa Göre Motorlu Araç İşletenin Hukuki Sorumluluğu (İşleten Kavramı ve Sorumluluğun Şartları), Ankara 1988; EREN, Fikret:“Karayolları Trafik Kanununa Göre Motorlu Araç İşletenin Akit Dışı Sorumluluğunun Hukuki Niteliği ve Unsurları”, AÜHFD 1982-1987, C. XXXIX, S. 1-4, s. 159-212.
Ceza Hukuku, İcra Hukuku, Ticaret Hukuku, Şirketler Hukuku, İş Hukuku, Sigorta Hukuku, Basın Hukuku, İdare Hukuku, Aile Hukuku, Gayrimenkul ve İnşaat Hukuku, Miras Hukuku ve Tüketici Hukuku başta olmak üzere, çözüm ortaklarımızla birlikte ulusal ve uluslararası tüm mecralarda vekillik sıfatını başarıyla yerine getiren saygın ve kurumsal bir hukuk bürosudur.