Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi Ruhsat Alma Süresi - Yargıtay

Ruhsat alma süresi Yargıtay kararlarında belirlenmiştir. Buna göre Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi'nde ruhsat alma süresi için herhangi bir hüküm yoksa Yargıtay kararları gereğince 6 ay içinde alınması gerekmektedir.

Buna göre makul süreyi 6 ay belirleyen Yargıtay, sözleşme süresi, inşaat ruhsatının alımından itibaren başlıyorsa inşaat süresine 6 ay ruhsat alma süresi ve 2 aylık inşaata başlama süresi ekleyerek hesap yapmaktadır.

 

Yargıtay 23. Hukuk Dairesi 2015/6306 E., 2018/3024 K. ve 10.05.2018 tarihli kararında;

"İçtihat Metni"

....
Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

- K A R A R -
Davacı vekili, müvekkili ile davalı yüklenici arasında imzalanan arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca müvekkiline isabet eden dairelerin süresinde teslim edilmediğini, dairelerin geç teslimi halinde her bir daire için aylık rayiç kira tazminatı ödenmesinin kararlaştırıldığını ileri sürerek, gecikme tazminatının tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.


Mahkemece, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından; sözleşmede temel atılmasından itibaren 24 aylık sürede teslimin kararlaştırıldığını, ancak henüz temel atılmadığı ve davacı tarafından davalının temerrüde düşürülmediği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.


Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 09.06.2010 günlü arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere, TMK'nun 692. maddesi gereğince, paylı taşınmaz malın özgülendiği amacın değiştirilmesi, korumanın veya olağan şekilde kullanmanın gerekli kıldığı ölçüyü aşan yapı işlerine girişilmesi olağanüstü tasarruflardan sayıldığından, oybirliği ile aksi kararlaştırılmış olmadıkça, bütün paydaşların kabulüne bağlıdır. Öncelikle sözleşme konusu taşınmaz üzerine arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapılabilmesi ve yapılan sözleşmenin paydaşları ve yükleniciyi bağlayıcı olması için tüm paydaşlarca ya da yetkili temsilcilerince sözleşme imzalanmış olması veya yapılan sözleşmeye "onay" verilmesi zorunludur. Eldeki davada, sözleşmeye konu 4291 ada 1 parsel numaralı taşınmazın tapu kaydında davacı dışında Yakup Kalalı isimli bir paydaş daha bulunduğu görülmektedir. Bu durumda, mahkemece, bu paydaş ile sözleşme yapılıp yapılmadığı veya mevcut sözleşmeye onay verip vermediği araştırılarak, sözleşmesi veya onayının bulunmadığının tespiti halinde, davacının sözleşmesi geçersiz olacağı ve geçersiz sözleşmeye dayalı olarak gecikme tazminatı istenemeyeceğinden, davanın bu sebeple reddi gerekirken, bu hususun gözden kaçırılması hatalı olmuştur.
Öte yandan, taraflar arasındaki sözleşmede, kooperatifin inşaatı temel atma tarihinden itibaren 24 ay içinde teslim edeceği kararlaştırıldığı halde, temel atma, başka bir deyişle, ruhsat alma işinin ne kadar sürede yapılacağı karara bağlanmamıştır. TBK’nun 471/1. maddesi hükmü gereğince, yüklenici edimlerini işsahibinin haklı mefaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle ifa etmek zorundadır. Sözleşmede, ifaya başlama süresinin belirlenmemiş olması, yükleniciye keyfi davranma hakkı tanımayacaktır. Bu durumda, taraflar arasındaki sözleşmenin, yukarıda açıklandığı üzere yapılacak inceleme sonucu geçerli olduğunun tespiti halinde, Dairemizin yerleşik içtihatları gereğince, ruhsat alma işleminin 6 aylık ve inşaata fiilen başlama ediminin de 2 aylık makul sürede yapılabileceği kabul edilmek suretiyle, davalı yüklenicinin inşaatı teslimde varsa gecikme süresinin ve tazminatının belirlenmesi için konusunda uzman bilirkişiden rapor alınarak, sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddi doğru olmamıştır.


Açıklanan nedenlerle kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Taşkın Yapının Yıkımında Aşırı Zarar Kavramı

Yıkımında aşırı zarar oluşturacak yapıların, arsa üzerinden kaldırılması Yargıtay kararları gereğince mümkün değildir. Mevzuatımızda yapının yıkımında aşırı zarar oluşturacak herhangi bir kavrama yer verilmediğinden dolayı Yargıtay Kararları ile aşırı zararın tespiti gerekecektir.

 

Yargıtay 14.Hukuk Dairesi 2002/ 8310 E., 2003 / 5747 K. ve 07.07.2003 tarihli kararında;

Dava: Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 18.9.1998 ve 17.2.2000 gününde verilen dilekçeler ile elatmanın önlenmesi ve kal, birleşen davada ise temliken tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; elatmanın önlenmesi ve kal davasının kısmen kabulüne, kısmen reddine, birleşen davada ise temliken tescil davasının reddine dair verilen 30.5.2002 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

Karar: Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi ve kal, birleşen dava ise Medeni Kanunun 651.maddesine ( 4721 sayılı Medeni Kanunun 725 md. ) dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, maliki bulunduğu 48 parsel sayılı taşınmaza bina yaparak elatan davalılar N, K ve S'nun elatmalarının önlenmesini ve yapıların kalini istemiştir.

Birleşen davada, davacı S, paydaşı bulunduğu 48 parselde inşa ettiği binanın davalı M'ye ait 49 parsele taşan kısmının tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.

Mahkemece, davacının davalı K aleyhindeki davasının husumet yönünden reddine, davalı N aleyhindeki elatmanın önlenmesi davasının kabulüne, kal davasının reddine, davalı S aleyhindeki elatmanın önlenmesi ve kal davasının kabulüne, birleşen davada davacı S 'nun davalı M aleyhindeki temliken tescil davasının reddine karar verilmiştir.

Hükmü davacı ( K.davalı ) M vekili, davalı N vekili ve davalı ( k.davacı ) S vekili temyiz etmiştir.

Yapılan yargılamaya, dosya kapsamına, toplanan delillere göre; davalı N vekilinin ve davalı ( k.davacı ) S vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi, davacı ( k.davalı ) M vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

Davacıya ait 48 parsel sayılı taşınmazda krokide B harfi ile gösterilen binayı kadastrosu yapılmış parselde inşa eden ve ondan satın alan davalı N'nun iyi niyetli olmadığı sabittir ve bu husus mahkemenin de kabulündedir. Bu durumda elatmanın önlenmesine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Ancak mahkemece, davacının kalini istediği binayı muhik bir bedel ödeyerek temellük etmek istemediğini beyan etmesi nedeniyle kal talebinin reddine karar verilmiş, gerekçede kal isteği reddedildiğinden yapının yıktırılmasında aşırı bir zarar olup olmayacağı hususunun araştırılmadığı da yazılmıştır. Kal isteminin reddi için binanın ( yapının ) değerinin açıkça arsanın kıymetinden fazla olması ve kalin aşırı zarar doğurması gerekmektedir. Açık farktan maksatı iki değer arasında ilk bakışta herkesin hemen gözüne çarpacak bir dengesizliğin bulunması, başka bir anlatımla, değerler arasında aşırı bir orantısızlık olduğu kanaatinin uyanması demektir. Oysa, davalı N'ye ait B harfli binanın bilirkişi raporuna göre 100 metrekaresinin 2.sınıf basit tek konut niteliğinde olduğu, 27 metrekarelik kısmının ise çok basit bina olduğu, toplam bina değerinin 1.954.043.280 Tl. olup, kapladığı arsanın da 920.750.000 Tl. değerinde bulunduğu, bu durumda yukarıda açıklandığı gibi yapının değerinin arsadan çok fazla olmadığı yani iki değer arasında açık fark bulunmadığı görülmekle birlikte, davacı vekilinin beyanı, binanın değeri itibariyle yıkımın aşırı zarar doğurmasının sözkonusu olmayacağı ve binanın belirtilen niteliği itibariyle korunmaya değer bir yapı özelliğinde de bulunmadığı dosya kapsamı ile anlaşılmıştır. O halde açıklanan bu nedenlerle, davacının bu binaya yönelik yıkım isteminin de kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı gerekçe ile reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile hükmün bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1- Davalı N vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine,

2- DAVALI ( K.davacı ) S vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine,

3- Davacı M vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, 7.7.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.

Paydaşlara Karşı El Atmanın Önlenmesi Davası Açılması

Paydaşlara karşı el atmanın önlenmesi davası açılabilmesi için gerekli iki şart vardır.

  1. Taşınmaz, paydaşlar arasında fiili kullanıma göre bölünmesi halinde kendi tarafına müdahale eden paydaşa karşı açılabilir.
  2. Eğer taşınmaz, paydaşlar arasında fiili olarak bölünmemişse, bu durumda davayı açan paydaşın taşınmazda hiç bir yer kullanamaması gereklidir.

Aksi halde açılacak dava reddedilecektir.

 

Yargıtay 14.Hukuk Dairesi 2010/ 2415 E., 2010 / 3156 K. ve 23.03.2010 Tarihli Kararı

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 26.11.2007 gününde verilen dilekçe ile elatmanın önlenmesi ve kal istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 13.05.2009 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı, maliki olduğu 6084 parsel sayılı taşınmazdaki 386/41807 payını davalıya sattığını, davalının satın aldığı yerden daha fazla yer kullanarak kendisine ait yerlere tecavüz ettiğini belirterek elatmanın önlenmesi ve kal istemiştir.

Mahkemece davalının payına isabet eden miktarı aşarak tecavüz ettiği 141,51 metrekare yere müdahalenin menine ve bu kısma yapılan muhdesatın kal'ine karar verilmiş, davalı hükmü temyize getirmiştir.

Paylı ya da elbirliği mülkiyetine konu taşınmazlarda, yaralanma hakkı engellenen paydaşın kullanımını engelleyen diğer paydaşlara karşı el atmanın önlenmesi davası açma hakkı vardır.

Davanın dinlenebilmesi için, paydaşın taşınmazda payına karşılık çekişmesiz olarak kullandığı bir miktar yer olmamalıdır.

Ayrıca, tüm paydaşlar arasında yapılmış özel parselasyon veya harici bir paylaşım sözleşmesinin bulunması buna göre de fiili kullanım durumunun oluşması halinde de kayıtta paylı, ancak fiilen bağımsız bu oluşumun resmi nitelik kazanana kadar korunması gereklidir. Bu, “ahde vefa” kuralının yanında T.M.K.nun 2. maddesinde düzenlenen iyi niyet kuralının da bir gereğidir.

Açıklanan nedenlerle, paydaşlar arasındaki el atmanın önlenmesi davalarında öncelikle tüm paydaşları bağlayan harici bir taksim sözleşmesi ve özel bir parselasyon planına göre fiili kullanma biçiminin oluşup oluşmadığı saptanmalı, varsa uyuşmazlık benimsenen fiili kullanım durumuna göre çözümlenmelidir. Yoksa davacının payına karşılık yer kullanıp kullanmadığı araştırılarak sonuca gidilmelidir.

Somut olayda;

Dava konusu 6084 parsel sayılı taşınmazda davacının 4370/44928 payının, davalının da 386/41807 payının olduğu anlaşılmaktadır. Dosya içeriğinden davacının taşınmazda herhangi bir yer kullanıp kullanmadığı tam olarak anlaşılamamaktadır. Bu durumda yukarıda yapılan genel açıklamalar doğrultusunda gerekli inceleme ve araştırma yapılarak sonucuna göre bir karar vermek gerekir iken eksik inceleme hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda yazılı nedenlerle hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin yatırılan temyiz harcının yatırana iadesine, 23.03.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

 

TAG; paydaşlara karşı el atmanın önlenmesi

HAGB Memuriyete Engel Değildir

ÖZET: Her ne kadar dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibariyle, bahsedilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ( HAGB ) dair hüküm tesis edilmemiş ve işlemin tesis edildiği aşamada bu anlamda bir hukuka aykırılık bulunmamakta ise de; ceza kanunu yönünden lehe olan hükmün uygulanması kapsamında verilen yeni kararla birlikte ortaya çıkan ve yukarıda özetlenen yeni hukuki durum karşısında, dava konusu işlemin dayanağının hukuken ortadan kalktığı ve işlemin sebep unsuru yönünden hukuka aykırı hale geldiği sonucuna varılmıştır.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince davacının duruşma isteği yerinde görülmeyerek dosyanın tekemmül ettiği görüldüğünden işin gereği düşünüldü:

Dava, polis memuru olan davacının, 657 sayılı Yasanın 48/A-5 ve 98. maddeleri uyarınca memuriyetine son verilmesine ilişkin 7.12.2005 tarihli işlemin iptali ve parasal hakkının yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

Ankara 9. İdare Mahkemesinin 15.2.2007 tarih, E:2005/2571, K:2007/193 sayılı kararıyla; davacının dolandırıcılık suçu nedeniyle hakkında verilen ertelenmiş olan 8 ay 20 gün mahkumiyet kararının Yargıtay 6. Ceza Dairesince onanarak kesinleştiği, davacının memuriyete alınma şartlarından birisini kaybettiği, dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı, mahkeme kararının usul ve kanuna aykırı olduğunu ileri sürmekte, İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun fiil tarihi itibariyle yürürlükte olan 48. maddesinde, Devlet memurluğuna alınacaklarda aranacak şartlar arasında; taksirli suçlar ve aşağıda sayılan suçlar dışında tecil edilmiş hükümler hariç olmak üzere ağır hapis veya 6 aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihaleye ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı mahkum olmamak şartına yer verilmiş; aynı Yasanın 98/b maddesinde, memurluğun sona ermesi nedenlerinden olarak memurluğa alınma şartlarından her hangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurluk sırasında bu şartlardan her hangi birinin kaybedilmesi hali de düzenlenmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, İnterpol Daire Başkanlığı emrinde polis memuru olarak görev yapmakta iken dolandırıcılık suçu nedeniyle Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinde hakkında yapılan yargılama sonucunda dolandırıcılık suçundan 8 ya 20 gün ağır hapis cezasıyla cezalandırıldığı ve cezanın ertelenmesine karar verildiği, bu hükmün Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 21.10.2002 günlü ilamı ile onanarak kesinleştiğinin kararda yer alan 28.10.2005 günlü kesinleşme şerhinden anlaşılması üzerine 7.12.2005 günlü işlemle davacının memuriyetine son verildiği anlaşılmaktadır.

Daha sonra ceza kanunlarında yapılan değişik üzerine Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesince dava dosyası yeniden ele alınmış ve mahkumiyet hükmünün yeni hükümlere uyarlanması amacıyla 21.3.2008 günlü ek kararla yeniden bir değerlendirme yapılmış ve yapılan bu değerlendirmede davacının durumunun Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesi kapsamında olduğu ve anılan maddede aranılan koşulların gerçekleşmiş olduğu sonucuna ulaşılarak sanık hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir.

Uyuşmazlıkta, davacı hakkında Caza Mahkemesi tarafından Türk Ceza Kanununun 7. maddesi ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98 ve 101. madde hükümleri uyarınca lehe olan Kanun hükmünün uygulanması amacıyla yapılan uyarlama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının memur hukuku açısından 657 sayılı Yasanın 98/b maddesi bağlamında doğuracağı sonuçların ortaya konulması gerekmektedir.

5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun Zaman bakımından uygulama başlıklı 7. maddesinde, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemeyeceği ve güvenlik tedbiri uygulanamayacağı, işlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimsenin cezalandırılmayacağı ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamayacağı, böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazın ve kanuni neticelerin kendiliğinden kalkacağı belirtilmiş; suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümlerinin farklı olması durumunda ise, failin lehine olan kanun hükmünün uygulanıp infaz olunacağı kurala bağlanmıştır.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması başlıklı 231. maddesine 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Yasa ile eklenen ve 23.1.2008 tarih ve 5728 sayılı Yasa ile değişik 5. fıkrada Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilebilir. ...Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB), kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder. düzenlemesi yer almıştır.

Bakılan davanın konusunu oluşturan göreve son işleminin dayanağının Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 8.6.2000 tarih, E: 1999/281, K:2000/158 sayılı mahkumiyet kararı olması nedeniyle söz konusu kararın hukuki varlığını ve geçerliliğini sürdürmesi önem arzetmektedir.

Davacının görevine son verilmesi işleminin hukuka uygunluğunun denetlendiği yargılama sürecinde ortaya çıkan ve uyuşmazlığın esasına etki edebilecek nitelikte bulunan durumların resen göz önüne alınacağı tartışmasızdır.

Uyuşmazlık bu açıdan değerlendirildiğinde; davacı hakkında mahkumiyet kararını veren Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan inceleme ve değerlendirmede; davacının durumunun Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesi kapsamında olduğu ve bu maddede aranılan koşulların gerçekleşmiş olduğu sonucuna ulaşılarak sanık hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) hükmedilmesi karşısında, hükmün sanık hakkında hukuki sonuç doğurmayacağının da anılan maddede açıkça belirtilmiş olması nedeniyle davacının memuriyetine engel bir mahkumiyet hükmünün bulunduğundan söz etme olanağı kalmamıştır.

Devlet memurlarının 657 sayılı Yasanın 98/b maddesi uyarınca görevlerine son verilmesi işleminin sebep unsurunu 48. maddede sayılan ve memuriyete engel kabul edilen bir suçtan mahkumiyet ve bu mahkumiyete ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararı oluşturmaktadır.

Her ne kadar dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibariyle, bahsedilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ( HAGB ) dair hüküm tesis edilmemiş ve işlemin tesis edildiği aşamada bu anlamda bir hukuka aykırılık bulunmamakta ise de; ceza kanunu yönünden lehe olan hükmün uygulanması kapsamında verilen yeni kararla birlikte ortaya çıkan ve yukarıda özetlenen yeni hukuki durum karşısında, dava konusu işlemin dayanağının hukuken ortadan kalktığı ve işlemin sebep unsuru yönünden hukuka aykırı hale geldiği sonucuna varılmıştır.

Bu durumda davacının memuriyetine engel olacak nitelikte bir suçtan mahkum olduğundan söz edilemeyeceğinden, dava konusu göreve son işleminin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında bu aşamada ve bu nedenle hukuki isabet görülmemiştir.

Bunun yanı sıra idarelerin hukuka aykırı işlemlerinden kaynaklanan zararları tazmin etmeleri Anayasanın 125. maddesi uyarınca zorunda olmakla birlikte; Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 8.6.2000 tarih, E: 1999/281, K:2000/158 sayılı mahkumiyet kararının kesinleşmesi üzerine tesis edilen dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibariyle hukuka uygun olduğu, ceza yasalarında yapılan değişiklik üzerine lehe hükmün uygulanması kapsamında Ağır Ceza Mahkemesince verilen 21.3.2008 tarihli ek karar dolayısıyla ortaya çıkan yeni hukuki durum nedeniyle göreve son işleminin dayanaksız kaldığı, dolayısıyla davacının açıkta geçirdiği sürelere ilişkin olarak idarenin tazminat sorumluluğunu gerektirecek bir durumun bulunmadığı da açıktır.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Ankara 9. İdare Mahkemesince verilen 15.2.2007 tarih, E:2005/2571, K:2007/193 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca BOZULMASINA...

Tedbir Nafakası İcra Takibi

Tedbir Nafakası İcra Takibine konu edilirken genelde mahkeme kararı olması gerekçesi ile ilamlı icra takibi yapılmaktadır. Ancak ara karar ile verilen tedbir nafakasının ilamlı icraya konu edilebilmesi mümkün olmamakla beraber eğer yerel mahkeme tarafından nihai kararda tedbir nafakasına ilişkin hüküm verilmiş ise artık bu karar ilamlı icraya konu edilebilir.

Diğer bir ifade ile tedbir nafakası icra takibine konu edilirken eğer ara kararla verilen nafaka söz konusu isi ilamsız icra takibi, nihai karar ile verilen nafaka söz konusu ise ilamlı icra takibi yapılabilecektir.

Nitekim aşağıda yer alan Yargıtay kararında da ara karar ile verilen tedbir nafakasının ilamlı icraya konu edilemeyeceği açıkça belirtilmiştir.

 

Yargıtay 12.Hukuk Dairesi 2018/ 6085 E., 2019 / 4240 K. ve 13.03.2019 tarihli kararında

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından borçlu aleyhine başlatılan ilamlı icra yoluyla takipte, borçlunun; sair şikayetleri yanında, takip dayanağının ... 3. Aile Mahkemesinin 2015/273 Esas sayılı dosyasından 17.12.2015 tarihli ara kararı olduğu, ancak anılan kararın ilamlı icra takibine konu edilmesinin mümkün olmadığını ileri sürerek takibin iptaline karar verilmesini talep ettiği, mahkemece; şikayetin reddine hükmolunduğu görülmektedir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 294/1. Maddesinde; “...Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür...” hükmüne, 301/2. maddesinde de; “Taraflardan her birine verilen hüküm nüshası ilamdır.” hükmüne yer verilmiştir.

Öte yandan, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 38. maddesinde ise, ilam mahiyetini haiz belgeler “Mahkeme huzurunda yapılan sulhler, kabuller ve para borç ikrarına havi resen tanzim edilen noter senetleri ve temyiz kefaletnameleri ile icra dairesindeki kefaletler” olarak sayılmış olup bu hükümde mahkeme ara kararlarının ilam niteliğinde olduğu belirtilmemiştir.

Buna göre; tedbir nafakasına ilişkin ara karar ilam olmadığı gibi, ilam mahiyetini haiz belgelerden de değildir. Dolayısıyla ilamların icrası hakkındaki hükümlere tabi olmadığından ilamlı takip konusu yapılamaz. Ancak ara kararlar, İİK'nun 68. maddesindeki belgelerden olduğundan ve kararın bütününü ihtiva ettiğinden genel haciz yolu ile takibe konulması mümkündür.

Somut olayda, takip dayanağı olarak; ... 3. Aile Mahkemesinin 2015/273 Esas sayılı dosyasında görülen boşanma davasının, müşterek çocuk ... için hükmolunan 2000,00 TL tedbir nafakası konulu ara kararının gösterildiği, işbu hükmün alacaklı tarafından ilamlı takibe konu edildiği ve icra müdürlüğünce de ilamlı takiplere dair örnek 4-5 icra emrinin borçluya tebliğe gönderildiği anlaşılmaktadır.

O halde mahkemece, takip tarihindeki durum ve dayanak belge nazara alınarak, ara karara dayalı olarak ilamların icrası yolu ile takip başlatılmayacağı ve icra emri gönderilemeyeceği yönündeki borçlu şikayetinin kabulü ile, icra emrinin iptaline karar verilmesi yerine, yazılı gerekçeyle reddi yönünde hüküm kurulması isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nin 366. ve HUMK’nin 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13/03/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Image

Ceza Hukuku, İcra Hukuku, Ticaret Hukuku, Şirketler Hukuku, İş Hukuku, Sigorta Hukuku, Basın Hukuku, İdare Hukuku, Aile Hukuku, Gayrimenkul ve İnşaat Hukuku, Miras Hukuku ve Tüketici Hukuku başta olmak üzere, çözüm ortaklarımızla birlikte ulusal ve uluslararası tüm mecralarda vekillik sıfatını başarıyla yerine getiren saygın ve kurumsal bir hukuk bürosudur.